fenseli
  ÖĞRENCİ ÇEŞİTLERİ
 
Öğrenci Çeşitleri...
Eeee, nasıl her şeyin çeşitleri varsa, öğrencilerin de var. Bakalım sen hangi gruba giriyorsun?
 
Endişe ve Korkularını Yenemeyen Öğrenci
Bırakın sınav anını, "sınav" sözcüğünün kendisi bile zaman zaman birçok öğrencinin kalp atışlarının hızlanmasına neden olur. Bir yerlerde "ÖSS" kelimesi telaffuz edildiğinde, sınava hazırlanan öğrencilerin çoğunun içinin pır pır ettiği gözlemlenir ve bu sınavın endişesi, aylar öncesinden gençleri sarar, meşgul eder.

Düşüncesi bile kaygıya neden olan bu sınavın, kendisi ne derece etkili olur düşünün. Bir olayın sadece zihindeki imgesi bile insanı derinden etkileyebiliyorsa, o olayın gerçekleştiği anın tesiri elbette çok daha kuvvetli olacaktır. Dolayısıyla korkulan, çekinilen, endişeyle karşılanan şeylerin öncelikle kafadaki imajının değiştirilmesi gerekir. Öğrenci; sınavın korkulacak, kaygılanacak bir durum olmadığını öğrenirse ve kendisini buna inandırırsa, varolan endişelerini kolaylıkla yenebilir. Bu da, yani sınav kaygısından kurtulmak, sınav heyecanının üstüne gitmekle mümkündür.

Aslında üstüne gidildiğinde, hiçbir şeyin sanıldığı kadar aşılamaz ya da baş edilemez olmadığı görülmektedir. İşte sınav endişesi de, ufak bir yüzleşme gerektiren ama aşılabilir bir durumdur. Sadece bol bol sınav tecrübesi edinmek ve bilgilerinden emin olarak sınava girmek yeterlidir. Ne kadar kaygılı olduğunuzu ölçün, kendinizi tanıyın ve bununla ilgili alabileceğiniz önlemleri kafanızda tartın. Hiçbir şeye duyarsız kalmayın. Kendinize" de..

"İç ve Dış Engellere Takılan Öğrenci" tiplemesi

İnsan, bulmak istediği zaman o kadar çok engelle karşılaşır ki .. Hatta yalnızca aklından geçirsin, aramasına bile gerek kalmaz. Aniden fark eder ki, kayda değmeyecek kadar önemsiz görünen onca ayrıntı; çok önemli, aşılması güç birer sorun haline gelivermiş. Hayat anlamsızlaşmış, zorlaşmış; her şey büyümüş büyümüş, kontrolden çıkmış ..

Peki kontrolden çıkan ne?

Dersler mi?

Sen mi?

Zaman mı?

Hayat, belki senin bir türlü kabul etmek istemediğin kurallarla dolu .. Senin hiç dahil olmak istemediğin, ya da uymakta zorluk çektiğin kurallarla ..Her şey tıpkı bir oyun gibi bazı yükümlülüklerle kuşanmış .. Sana bu oyuna katılmak isteyip istemediğin dahi sorulmamış .. Ama tüm bunlara rağmen, bu oyuna bir şekilde uyum göstermen gerektiği, aksi taktirde karşına önüne geçilemez engeller çıkacağı gerçeği de tam karşında duruyor. Oyun ne mi? Bu oyun ta küçük yaşlardan başlayan bir "geleceğini şekillendirme" oyunu. Nasıl hamuru incelikle ve titizlikle yoğurup ondan bambaşka bir eser meydana getirebiliyorsan, hayatını da bir yontu gibi şekillendirirsin. Kabul edilsin ya da edilmesin, istisnasız herkes, özenerek ya da baştan savma bir eser meydana getirir. Ve zamanı dolduğunda dönüp baktığında, ya bir şaheserle ya da bir eskizle karşılaşır. Sen bir eskizle (karalama) karşılaşmak istemiyorsan, bilmelisin ki her kararını ve her adımını büyük bir incelik ve itinayla ele almalısın. Bu yolda karşına çıkabilecek iç ve dış engellerin; zaman kaybına neden olacağını, konsantrasyonunu bozacağını ve seni yolundan döndüreceğini düşünebilirsin .. Bu, moralini bozabilir ya da seni yavaşlatabilir. Ama bir gerçek vardır ki, o da hiçbir şeyin gümüş tepsilerde sunulmadığıdır ..

Peki nedir bu iç ve dış engeller?

Karamsarlık bir iç engeldir örneğin, maddi imkansızlık bir dış engel. Huzursuzluk bir iç engeldir, destek görememek bir dış engel. Özgüven eksikliği bir iç engeldir, bir kaza dış engel ..

Belki dış engelleri kontrol altına almak pek de elimizde değil .. Ama kendini amacına, hedefine kilitlemiş inançlı ve kararlı bir insanın; ona mani olacak her iç engeli, er ya da geç aşabileceğini bilmelisin. Bu noktada öncelikle kendini dinlemeli ve problemin ne olduğunu tam olarak saptamalısın. Problemin ne olduğu sorusunu yanıtlamak, o problemi çözmeye başladığının göstergesi olacaktır. Kendine sor, kendini dinle. Çünkü kendisiyle konuşmayan insan, ne şahsına ne de diğer insanlara sözünü geçirebilir. Sorunlarını içinde büyütme, onlara çözümler üret. Bu konuda zorlanıyorsan yardım istemekten geri kalma. Senin emin olmadığın, üstesinden gelemediğin herhangi bir şeyi, bil ki birileri çok önceden tecrübe etmiştir. Sor. Danış. Onlar sana yardım edecektir.

Dikkatsiz Öğrenci
Derse oturduğunuzda, bir süre sonra çalışma kitabınızdan kopup gelişigüzel karalamalar yapmaya başlıyorsanız, işlerinizi ağırdan alıyor ve okuduklarınızı sürekli yeniden okuma gereksinimi duyuyorsanız, daha önce öğrendiğiniz bir konuyu sonradan hatırlamakta güçlük çekiyorsanız, sınavda doğru yaptığınızı düşündüğünüz bir problemin sonucu ısrarla farklı çıkıyorsa ya da sık sık "işlem hatasından kaybediyorum" cümlesini kuruyorsanız "dikkatsizsiniz". Panik yapmayın. Eğer burada yazılanlardan bir ya da birkaçı sizi tarif ediyorsa, en azından artık sorununuzun ne olduğunu biliyorsunuz. Bu da, yani sorunun kaynaklarından birini tespit edebilmek, çözüme kolay ulaşma anlamında hiç de yabana atılır bir durum değildir. Çünkü sorunun tespiti, çözümün formülüne ulaşma olanağı sağlar.

Dikkati toplamanın farklı yolları vardır. Öncelikle öğrencinin, kendisine rahat bir çalışma ortamı oluşturması gerekir. Dikkat, ufak ve önemsenmeyen ayrıntılarla dağılabilir. Bu nedenle gereksiz ayrıntıların çalışma ortamından arındırılması şarttır. Bununla beraber, oluşturulan çalışma ortamının "ışıklandırması" da dikkatin toplanmasında etkilidir. Fazla ışıklı ya da tersine loş ortamlarda yapılan çalışmalarda, çok da fazla verim alınamadığı tespit edilmiştir.

ÖSS gibi önemli bir sınav öncesinde kişinin kendisine bazı kurallar koyması gerekir. Öğrenci, vakit ayırdığı sosyal faaliyetlerini, hobilerini ve hatta arkadaşlarını ikinci plana alma durumunda kalsa bile bu kuralları hayata geçirmek durumundadır. Bu kurallar kısıtlayıcı ya da engelleyici görünebilir. Ancak, kurallı ve programlı olmak olumsuz bir durum değildir. İnsan, gündelik yaşamında en çok neye vakit ayırıyorsa, yüksek bir yüzdeyle dikkat de o yöne kaymaktadır. Sürekli futbol müsabakalarına kafa yoran, aklı birkaç saat sonra başlayacak dizi filmlerde olan ya da birkaç gün sonraki doğum günü partisinde ne giyeceğine birkaç ay öncesinden kafa yoran bir gencin, Felsefe ya da Geometri dersi çalışırken kitabına ne ölçüde ilgi göstereceğini düşünün. Sonra da dikkati tek noktada yani derslerinizde toplamanın, başarınız üzerinde ne kadar etkili olacağını kestirmeye çalışın.

Ama şunu da unutmayın; insan mekanik değil, organik bir mekanizmadır. Beyninizi ve vücudunuzu aşırı yorarsanız, bu, dikkati yoğunlaştırma yeteneğinizi tamamen elinizden alır ve hayat büsbütün üstesinden gelinemez bir hal alır. Dolayısıyla her güzel şey dengede ve ahenkte gizlidir.

Örnek Öğrenci 

"Sabahları erken kalkarım. Çünkü güne yarıdan başlamak, yapabileceklerimin yarısını gözden çıkarmak demektir. Ayrıca geç saatte kalkıldığında, insanın kendisini toparlaması da çok vakit alıyor. Üstüne bu toparlanma sürecini eklediğimde günün önemli bir bölümü elden gidiyor. Ama benim zamanım değerli..

Planlı ve programlı olmayı ilke edindim. İnsanların bu konudaki tecrübelerinden gerçekten çok faydalanıyorum. Neden sürekli ne olacağını kafamda kurgulayayım, beynimi yorayım? Daha önce yaşanmış, öğrenilmiş olanı varken, neden bundan kendime ders çıkarmayayım. Nasıl planlı olacağımı biliyorum. Aslında çok kolay. Her şeyi sırasına koyuyorsun ve sırası geleni aradan çıkarıyorsun.

Kendime güveniyorum. Etrafıma baktığımda kendime güvenmekte ne kadar haklı olduğumu görüyorum. Çünkü gerçekten kendisiyle hesaplaşan, kendisini belli konularda telkin eden ve destekleyen insan çok az. Herkes bir şeylere küsmüş ve kabuğuna çekilmiş. Halbuki yaşam ve zaman kıymetli. Ve insan, kendisini gerçekleştirebildiği ölçüde var. Bir siluet, bir gölge değilim. Ben, sonsuz potansiyelde güce sahip, komplike bir varlığım!!

Korkmuyorum! Sadece tek bir korkum var, o da ileride hiç korkmamı gerektirmeyen bir şeyin beni endişelere sürüklemesi, elimi kolumu bağlaması. Aslında sınavlar beni biraz kaygılandırıyor ama sadece kaygı duyarak ve kaçarak ne elde edebilirim ki?

Biliyorum. Her şey daha eğlenceli olabilirdi. Ama bazı güzel şeyler için, bazı ufak fedakarlıklarda bulunmak zorunda kalabiliyor insan. Yeter ki kendisine ışık tutacak inancını ve umudunu hiç yitirmesin."

Bay Bilgili ile Öğrenci Diyalogları
- Sözel derslerde başarılıyım. Ama sayısal derslerde bir türlü istediğim başarıyı yakalayamıyorum.

- Sözel ve sayısal dersleri nasıl çalışıyorsun?

- Ben kendi kendime sesli okuyarak derslerime çalışıyorum. Bu şekilde daha iyi aklımda kalıyor.

- Nasıl mesela?

- Mesela okuldan ya da dershaneden döndükten sonra derslerimi tekrar etmek için çalışma masama geçiyorum. Tek tek derslerimi açıp yüksek sesle okuyarak baştan alıyorum.

- Sayısal derslere de bu şekilde mi çalışıyorsun?

- Evet.

- İşte hatan burada. Sayısal dersler ezbere dayalı değildir. Bu nedenle onları işlem yaparak çalışmalısın. Örneğin matematikten bir konu işlediniz. O konunun okulda ya da dershanede verilen örneklerini birer birer çözmelisin. Cevaplarına bakmadan çözmeye çalış ama takıldığın bir yer olursa öğretmenin hangi yollardan çözmüşse o soruyu, sen de aynı yolu takip ederek çöz. Daha sonra o konuyla ilgili başka kaynaklardan sorular bulup, soruların cevaplarına tek başına ulaşmaya çalış. Konunun formüllerini yeni sorulara uyarla.

- Peki ya o yeni soruları çözemezsem?

- Bu çok doğal. Hemen pes etme. Ben bu soruları çözemiyorum deyip de konuyu rafa kaldırma. Çok vakit kaybetmeden çözemediğin soruları dershanedeki hocalarına götür ve onlardan yardım iste. Aksi taktirde çözemiyorum deyip de bir kenara bıraktığın sorular biriktikçe birikir ve senin üzerinde bir yük olur. Unutma sayısal dersler birbirlerine zincirleme bağlıdır. Anlamadığın bir konunun üzerine gitmez ve yardım istemezsen bir sonraki konuyu da anlamama gibi bir ihtimalin doğabilir.
- Sözel derslerde durum daha mı farklı?

- Biraz daha farklı. Örneğin sen yüksek sesle okuyarak çalışıyorum dedin. Güzel. Sözel dersleri yazarak, okuyarak, özet çıkararak ya da bir başkasından dinleyerek çalışabilirsin. Önemli yerleri mutlaka not almalısın. Tabi anlamadığın herhangi bir şey olduğunda yine öğretmenlerinden yardım istemelisin. Her iki ders grubunda da başarıyı yakalamak, kendinden emin bir şekilde bol soru çözmekle olur. Sen ne kadar çok soru çözersen, testlerde karşına çıkan soruları o kadar rahat ve hızlı doğru yanıtlarsın.

- Teşekkür ederim.

- Başarılar..

Mevcut Gidişata Dur Diyemeyen Öğrenci

Bir öğrencinin, artık kendisiyle özdeşleşmiş eylemlerinden biri olarak "ders çalışmak" gösterilir. Ya da bir öğrenci, engel olamadığı bir dürtüyle ders çalışmak mecburiyetinde olduğunu düşünür. Çoğu öğrenci tarafından "ders çalışmak", insanın yaradılışta getirdiği "öğrenme arzusu, bilme merakı" ile ilgisi olmayan, artık kemikleşmiş bir vazife şeklinde kabul edilir. Kimsenin matematik dersine, "Temelleri asırlar önce atılan bu matematiksel öğretilerin mantığında ne var?" merakıyla yanıp tutuşarak girdiği görülmez. Ya da tarih dersi "Irkların nasıl hayatta kalma mücadelesi verdiklerini" öğrenmek için zevkle, hevesle beklenen bir ders olamaz bir türlü. Sadece, "Bunu öğrenmem istendi, benden beklenen bir şey olduğu için bilmem gerekiyor" düşüncesiyle, tıpkı şırıngadan serum alırcasına, tadına varmadan, hissetmeden hafızaya kaydedilmeye çalışılıyor bilgiler. Neredeyse bir kabullenme haline geliyor bu durum.

Öncelikle bu türden ön kabullerin; insanın yaratıcı düşüncesine mani olduğu, onu yapıcı çözümler üretmekten alıkoyduğu bilinmelidir. İnsan, kendisinden önce ortaya konmuş, kalıplaşmış bir tavır ve yaklaşımla hayatını sürdürmeye çalıştığı an, adım atmakta da zorluk çeker. Koşullanmışçasına kendisine sunulanı alır. Neyin kendisi için en uygun çözüm olacağını görmekte zorlanabilir. En basitinden; her öğrenci için aynı ders çalışma programının uygun olamayacağı, her öğrencinin motivasyonunu, konsantrasyonunu farklı yollarla sağlayabileceği bir gerçektir. Bu nedenle öğrencinin, neyin kendisi için en verimli sonucu getireceğini yine kendisinin saptaması en doğrusudur.

Bu konuda, var olan kabullere bir direnme örneği olması açısından ve yaratıcı beynin neleri nasıl değiştirebildiğini görmek bakımından, bilim tarihinden bir kesitle konuyu aydınlatabiliriz:

"İtalya'da Pisa'nın profesörleri, tıpkı öteki kentlerde olduğu gibi, Aristoteles'in öğretisine uygun olarak, bir nesnenin düşme hızının, o nesnenin ağırlığıyla orantılı olduğunu savunmuşlardı hep. Bu düşünceye göre; biri yüz kilo, öteki yalnızca bir kilo çeken iki demir topun, aynı yükseklikten aynı anda bırakıldıklarında, kuşkusuz yere farklı anlarda değmeleri gerekir; açıktır ki, yüz kilo çeken, sırf ötekinden daha ağır olduğu için, yere ilk varan olacaktır.

Herkesin, hiç deneyleme gereği bile duymadığı bu kuramı, bir isim, aksini iddia etme pahasına gündeme getirir. Bu isim Galileo'dur. Galileo, ağırlığın bununla hiç ilgisi olmadığını, iki cismin de yere aynı anda ulaşacağını ileri sürer. Deneyin yapılacağı gün gelir çatar. Farklı ağırlıkta iki nesne Pisa kulesinden aşağıya bırakılır. Nesneler birlikte yola çıkar, birlikte düşer ve yere de birlikte değer. Büyük bir sessizlik olur...

Bu öykünün en tuhaf yanı, Galileo'nun teklif ettiği deneyin yapılacağı alana gelmeden önce, kimsenin deneyi kendi kendine yapmayı aklından geçirmemiş olmasıdır.

Toplumda, diğer insanlarla birlikte hayatını idame ettiren bir varlık olan insanın, onu türdeşlerinden ayrılan çok çeşitli özelliği vardır. İşte bu özelliklerini keşfedenin, diğerlerinin arasından sıyrılacağı ve başarıyı elde edeceği aşikardır.
 
 
  Bugün 16 ziyaretçi (20 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol